29 Ağustos 2010 Pazar

'' Inception '' Kaçırılmaması Gereken Film


sonunda dün gece itibariyle bu nefis filmi izleyenler arasında bulunuyorum. daha önce eşine pek rastlanmayan kurgusuyla ve bir an bile düşmeyen temposuyla gerçekten övgüyü fazlasıyla hakeden bir film olmuş inception.

filme gitmeden önce yaptığım araştırmalarda filmin karmaşık bir senaryosu olduğu yönünde yorumlar okudum. açıkçası yorumlayanların haklılık payı var zira filme gittiğim arkadaşlarımda da bunu gördüm. yine de bana çok karışık gelmedi, sadece filmi dikkatli izlemek ve aradaki ayrıntıları kaçırmamak gerektiğini düşünüyorum.

inception hakkında yazı yazarken leonardo dicaprio'dan bahsetmemek olmaz tabi. gönül rahatlığıyla harika bir iş çıkarmış olduğunu söyleyebilirim. the basketball diaries'den beri takip ettiğim bu adamın gelişimine şapka çıkarmamak el'de değil.

son olarak diyebileceğim tek şey ; gidin görün kardeşim :)

27 Ağustos 2010 Cuma

Ufuk Bayraktar '' Genç Dayı ''

ufuk bayraktar. nam-ı diğer genç dayı. biraz futbol temalı bir başlık oldu ama ona bu sıfatı uygun buldum zira kendisi '' ezel '' dizisine giriş yapmış olup ramiz karaeski yani dayı'nın gençliği rolüyle karşımıza çıkacak.

bu habere herhalde en çok sevinenlerden biri benim çünkü '' kader '' ve
'' ali'nin sekiz günü '' filmlerindeki oyunculuğuyla beni mest etmişti ufuk bayraktar. özellikle '' kader '' de umutsuz bir aşk'ın peşinde paramparça olmuş, ne yaptığını bilemeyecek kadar kendini kaybetmiş bir karakteri o kadar gerçekçi oynuyor ki kendinizi o adamın yerine koymaktan alıkoyamıyorsunuz. hele bir de benim gibi hayatınızdan kesitler buluyorsanız. '' ali'nin sekiz günü '' filminde ise kötü çocuğu '' budur abi '' dedirterek oynuyor. ettiği küfürleri bile o kadar sağlam söylüyor ki sanki mahallenizdeki o sert abilerden biri rol kesiyor gibi hissediyorsunuz. en azından ben öyle hissettim :)

kendisinin özgeçmişinden de birazcık bahsedecek olursak ; 1981 istanbul doğumlu. oyunculuk eğitimi almamış. zeki demirkubuz'un keşfi. rol aldığı filmler ; ali'nin sekiz günü, girdap, yumurta, kader ve iklimler.

26 Ağustos 2010 Perşembe

Korkulan Oldu ; Karpaty Lviv 1 - Galatasaray 1


korkulan oldu diyorum çünkü işimizin bu sefer ofk belgrad deplasmanındaki kadar kolay olmayacağını ben dahil her galatasaraylı biliyordu. ukrayna temsilcisi sırbistan temsilcisine göre çok daha iyi ve olgun bir takım görüntüsü vermişti ali sami yen'de.

maçı çok fazla değerlendirmek istemiyorum çünkü maçtaki galatasaray sezon başından beri bir türlü beklenen futbolu oynamayan galatasaray. pozisyon üretmekte zorlanan , geriden servet çetin'in oyun kurmasını bekleyen , barış özbek'ten milimetrik ara pasları umut eden bir takım. inanın orta sıra bir anadolu takımından hiçbir farkı yok bu takımın. koskoca galatasaray'ın karpaty lviv diye orta sıra bir ukrayna takımı karşısında 90 dakika pozisyonu yok (!) atılan tek gol'de rakip defans oyuncusunun büyük bir hatasıyla geldi zaten. 2 dakika skoru koruyamayan bir takımımız var. gerçekten kutlamak gerek.

evet, futbol garip bir oyun. bugün düştüğümüz durum euro 2008'de milli takımız karşısındaki hırvatistanı hatırlattı bana. yalnız orda ufak bir ayrıntı var. o gün hırvatistan bizden çok ama çok daha iyi bir oyun sergilemişti ve futbolun adaleti olsaydı o gün tur atlaması gereken takım hırvatistandı. bugüne döndüğümüzde ise galatasaray tur atlamayı haketmedi ! bu yüzden benim acım biraz azalıyor.

şimdi son yıllarda taraftarı yıldız futbolcularla kandıran galatasaray yönetimi düşünsün demek isterdim ama eminim şu an gayet rahatlardır zira fenerbahçede elendi (!) galatasaray ve fenerbahçe yönetimleri birbirlerinin başarısızlıklarıyla beslenen iki yönetimdir. eğer bugün iki takımdan biri iyi durumda olsaydı diğerinin yönetimi çarmıha gerilirdi fakat son 3 yıldır birbirlerini hiç kırmadıklarından hala iki yönetimde görev başında.

avrupada ülkemizi temsil eden fenerbahçe ve trabzonspor'da kupaya veda eden takımlar oldular. iki takımda deplasmandan dezavantajlı dönmelerinin faturasını ödediler. fenerbahçe selanikte kaçırdığı gollerle adeta kendi kuyusunu kazmıştı. yine de burda paok'u elemeleri içten bile değildi. trabzonspor ise çok iyi mücadele ettiği liverpool karşısında dramatik bir şekilde avrupaya veda etti. giray'ın kendi kalesine atmış olduğu şansız gol karadeniz temsilcesinin sonunu hazırladı. buna rağmen şampiyonluk görmüş kulüpler içinde şu an en çok trabzonsporu beğeniyorum şampiyonluktaki favorim fenerbahçe olsa bile.

son olarak ülkemiz açısından gecenin tek sevindirici haberi beşiktaştan geldi. ilk maçtaki 2-0'lık avantajın rahatlığıyla helsinki karşısına çıkan beşiktaş, quaresma'nın 15.dakika'da attığı nefis golle rakibini ''hiç umutlanmayın beyler'' diyerek evinde bıraktı ve 4-0'la adını avrupa ligine yazdıran tek türk temsilcisi oldu.

24 Ağustos 2010 Salı

Rengarenk Bir Albüm




'' Şiişt şiişt sakin ol
Sinirlerine hakim ol ''


dizeleriyle hayatımıza girmişti sertab erener. 2-3 yaşlarındaki biz çocuklara bile ezberletmişti bu dizeleri. o günlerden beri yani ben kendimi bildim bileli severim sertab ereneri. hep farklı bir havası olduğunu düşünmüşümdür, tıpkı candan erçetin ve sezen aksu gibi.

konudan sapmadan albüme dönelim. rengarenk albümü sertab erener'in 13. albümü. 13, halk arasında ne kadar uğursuz bir sayı olarak nitelendirilse de sertab erener için aynı şeyi söyleyemeyiz çünkü 13. albümü kusursuza yakın harika bir yapıt ve belki de bugüne kadar yaptığı en iyi 3 albümden biri.

albümü edindiğiniz zaman albümle aynı ismi taşıyan rengarenk parçasıyla yolculuğa başlıyorsunuz. rengarenk parçasının ilginç bir hikayesi var. parça aslında slumdogg millonaire adlı 2008 yapımı bir ingiliz filminin soundtrack'i. nil karaibrahimgil bu parçanın üstüne söz yazmış ve sertab erener'de yorumlamış. kıpır kıpır bir şarkı, yani herhangi bir yerde duyduğunuz zaman istemsizce oynamaya başlayabilirsiniz :) rengarenk'ten sonra bir varmışım bir yokmuşumla biraz sakinleşiyorsunuz. sözleri çok dikkatli dinlemek lazım ; ''ben nice depremler gördüm kolay kolay yıkılmam '' bu parçanın ilk dizesi lakin tüm şarkıyı da özetleyen bir cümle. gelelim koparılan çiçekler'e. bir çok kişiden duyduğum ve bir çok yerde okuduğum kadarıyla şunu söyleyebilirim ki albümün en sevilen parçası. benim içinse ayrı bir anlamı var(). parçanın hem akustik hem de remix versiyonları da gayet iyi hatta ben en çok akustik versiyonunu seviyorum ama david saboy'un remixi de araba kullanırken harika gidiyor. bu arada parçanın söz ve müziğinin soner sarıkabadayı imzası taşıdığını da söyleyelim. son zamanlarda kendisi iyi işlere imza atıyor.

asla. bana göre lirik anlamında albümün en iyisi. çok derin anlamlar içeriyor. bir damla gözlerinde ise ''bu albümde kötü şarkı yok kardeşim'' sözünün ne kadar doğru olduğunun ispatı. bir hakkı bulut cover'ı ikimiz bir fidanın parçası da albümün değişik renklerinden.

bir çaresi bulunur'a geldik. ben bile şu an farklı bir şey dinleyerek yazımı yazarken parçanın ismini yazınca duruldum. işte öyle bir parça. kaybedilmiş birinin arkasından yazılmış gibi. aslında gibi de değil aynen öyle. sözleriyle sertab erener'in döktürdüğü müziğiyle demir demirkan'ın ağlattığı bir parça. albümde o kadar fazla '' tam benim şarkım'' denilecek parça var ki... bu parça belki de onların en başında geliyor. gerçekten muazzam ! avare'de albümün tempolu parçalarından. '' ben aşık sen avare '' tey tey tey :) avare'nin akabinde istanbul'da yine eğlenceli bir parça. albümdeki eğlenceli parçalar içinde benim en sevdiğim. back vokallerinde parçaya çok ayrı bir hava kattığını söyleyebilirim.

ego'ya geldiğimizde ise yine soner sarıkabadayı imzası görüyoruz. albüm geneline baktığımızda farklı bir parça olduğunu söyleyebiliriz. bu böyle için ne yazacağımı düşünürken içten içe albümün ne kadar iyi olduğunu bir kez daha farkettim zira öylesine iyi bir parça ki söyleyecek fazla bir şey bulamıyor insan. soner sarıkabadayıya bir kez daha teşekkür etmek lazım. hakikatten enfes bir şey yapmış ama sertab erener'de öyle güzel söylemiş ki parçanın değerine değer katmış.

ayrılık ve biz. şimdi yine övgü dolu sözler yazıcam ama yazıyı okuyan birisi ''yuh be kardeşim bir tanesini de eleştir'' diye içinden geçirecektir ama bu beni yolumdan alıkoymaz :) nitkekim sessiz sakin gayet güzel bir parça. eski sevgilisini özleyen kişiler için gayet ideal. son olarak uzun zamandır bildiğimiz açık adres'in akustik versiyonuyla yolculuğumuzun sonuna geliyoruz ve yine karşımızda soner sarıkabadayı. bu böyle için yazdığım her cümle açık adres içinde geçerli. albümde olmayan ama hüseyin karadayı'nın yaptığı remixinde çok iyi olduğunu söyleyelim.


albüm yazımın sonuna gelmişken klasik bir milli maç klişesiyle bitirmek istiyorum ;

teşekkürler çocuklar , teşekkürler sertab :)

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Yine Yaktın Feneri Trabzon




açıkçası ilk 11'ler açıklandığında fenerbahçe'de alex ve stoch'un oynamadığını görünce biraz şaşırdım ama büyük ihtimalle aykut kocaman hem paok maçını düşünüyor hem de volkan demirelin yokluğunda takımı biraz daha kontrollü oynatmak istiyor diye düşündüm. yine de fenerbahçenin ilk 11'i kötü değildi bence. trabzonspor'da ise şenol güneş sezon başından beri oynattığı 11'ini bozmadan sahaya sürdü.


maçın başlarında trabzonspor'un baskılı oynayacağı aşikardı. nitekim gollerde peşi sıra geldi. ilk gol'de mehmet topuz'un ters vuruşunda kaleci mert'in yapabilecek fazla bir şeyi yoktu zira top 90'a gitti. ikinci gol'de ise mert'in kararsızlığı sonucunda yaptığı zamanlama hatası trabzonsporun yattarayla 2-0 öne geçmesini sağladı. 2-0'dan sonra doğal olarak trabzonspor kendi yarı sahasına çekilip fenerbahçenin saldırmasını ve defansında açıklar bırakmasını bekledi fakat tehlikeli bir pozisyon yaratamadan bir de kalesinde golü gördü. fenerbahçe ise kurduğu baskını karşılığını luganonun kafa golüyle buldu. bu gol'den sonra fenerbahçe tam havaya girecekken kalesinde glowacki'nin kafa vuruşuyla 3. trabzonspor golünü gördü ve hayal kırıklığına uğradı. benim beklentim gollü bir maçtı ama fenerbahçeninde ilk yarım saatte 3 gol yiyeceği aklıma gelmezdi. yine de bu dakikadan sonra semih'in çıkıp stoch'un oyuna girmesi fenerbahçeye yeniden bir dinamizm getirdi ve stoch'un mükemmel asistiyle 42.dakikada mehmet topuz skoru 3-2'ye getirdi. tam bu golün akabinde 2. goldeki pozisyonun hemen hemen aynısını tekrar yaratan stoch yine mehmet topuzu kaleciyle karşı karşıya bıraktı ama topuz bu sefer golü bulamadı ve ilk devre de böyle bitti. ilk devre'de son 10 dakika oynamasına rağmen stoch kendisine hayran bıraktı ve biz galatasaraylıların dizini dövmesine neden oldu.


2. devreye şenol güneş alanzinho'nun yerine umut'u oyuna sokarak akıllı bir değişiklikle başladı ve çift forvete dönerek fenerbahçenin geriden rahat oyun kurmasını engelledi. umut bulut her ne kadar çok eleştirilen bir oyuncu olsa da benim mücadeleci yapısıyla beğendiğim bir oyuncudur. umut'un oyuna girmesiyle ilk devre lugano-bilica ikilisi arasında kaybolan teofilo'da ikinci devre daha geniş alanlar buldu.

ikinci devreye de hızlı başlayan taraf yine trabzonspordu ve devrenin başında %100'e yakın 2 net pozisyonu cömertçe harcadılar. fenerbahçe ise ilk devrenin sonundaki temposundan düştü. özellikle dikkatimi çeken durum ise ilk devrenin sonunda oyuna girip harika işler yapan miroslav stoch'un ikinci devre hemen hemen topla hiç buluşamamasıydı. bu devrede niang dışında hücumda etkinlik yaratan bir fenerbahçeli oyuncu olmamakla beraber 75.dakika'dan sonra oyuna giren alex'te pek katkı veremedi. yine de fenerbahçenin niang ve andre santosla iki önemli pozisyon kaçırdığını da söylemek lazım. bu arada trabzonsporun maçın sonlarına doğru colman'ın ayağından kaçırdığı penaltının da penaltı olmadığını düşünüyorum.

futbolcu bazında ise fenerbahçede niang'ı çok beğendiğimi söyleyebilirim. güçlü fiziği ve iyi tekniğiyle ilerde fenerbahçeye çok şey katacaktır. trabzonsporda ise glowacki defansa çok iyi oturmuş. sakatlanana kadar da niang'la çok iyi mücadele etti.

sonuç olarak zevkli bir maç izledik. bir galatasaraylı olarak objektif bir biçimde fenerbahçeyi bu sene şampiyonluğun en büyük adayı olarak görüyorum. alternatifli ve iyi bir kadrosu var. olası bir başarısızlıkta ise fatura aykut kocamana kesilir. trabzonspor ise geçen senenin sonlarından beri süren iyi performansını devam ettiriyor. şampiyonluk konusunda ne kadar iddialı olabilecekleri önümüzdeki haftalarda belli olacaktır.



Ne Dinliyorum Özelliği


başlık biraz ironik oldu ama neyse idare edicez artık :) blogta ara ara neler dinlediğimi 5 yerli 5 yabancı şeklinde top 10 olarak yayınlayacağım. (sıralamanın bir önemi yoktur) bu başlıkta başlangıç olsun. umarım ilerleyen zamanlarda takipçilerden de öneri alırız.

1-) The Last Shadow Puppets - My Mistakes Were Made For You
2-) Travis - Luv
3-) Radiohead - True Love Waits
4-) The Cure - Alt.End
5-) Bloc Party - Like Eating Glass
6-) Mor ve Ötesi - Re
7-) Sertab Erener - Koparılan Çiçekler (Akustik)
8-) Sakin - Laleler Beyaz
9-) Candan Erçetin - Kader
10-) Athena - Hatasız Kul Olmaz.



22 Ağustos 2010 Pazar

Bursaspor Maçı ve Gidişat (!)




gidişat iyi değil. kısa ve net.

ne tribündeki bizler, ne saha içindeki futbolcular, ne de kulübedeki teknik heyetimiz mutlu ! bir sorun var diyemiyorum çünkü bir çok sorun var ve ben hangisinden başlayacağımı bile bilmiyorum.

bursa maçıyla başlayalım ; takımdaki birtakım sıkıntılara rağmen (sakatlar, durumu belirsizler, bir türlü gelmeyen transfler ve konsantrasyon eksikliği) ilk devre kötü oynadığımızı düşünmüyorum. gol yememize rağmen top sürekli bizdeydi, hücum organizasyonlarımız fena değildi, yalnız kurduğumuz baskı sonucunda çok adamla ilerde kalınca geride pozisyonlar vermemizde kaçınılmaz oldu. bunu anlayışla karşılamak lazım. ikinci yarı ise ilk yarı tüm enerjisini harcamış bir galatasaray vardı , bu yüzden olacak ki pozisyon üretmekte ilk devreye oranla çok zorlandık. buna bir de basiretsizliğimiz eklenince gol atmamız iyice zorlaştı. bursaspor maç boyu yaptığı katı savunma ve kontra ataklarla maçın sonlarına doğru gücü de tükenmiş galatasarayı gafil avladı ve şansında yardımıyla 2-0'ı yakalayıp net bir skorla cehennemden mutlu ayrıldı. eğer yanlış bilmiyorsam tam 15 yıl sonra ali sami yende galibiyet gördüler. dile kolay !

tüm bu görüntü ışığında takımın yetersiz olduğunu söylemek pek yanlış olmaz. hakan balta, ali turan ve mustafa sarp galatasaray takımında ancak rotasyon içinde yararlanılabilecek kapasitede oyuncular, yani bu halleriyle ilk 11 oyuncuları olmalarına denilebilecek tek söz ; takdir-i ilahi ! bir de işin barış özbek yanı var. kendisi geldiği ilk zamanlarda yerli gattuso (!) olarak adlandırılıyordu. bununla ilgili bir yazıyı galatasaray dergisinin eski bir sayısında bulmak bile mümkün. neyse. gattuso'yu nasıl biliriz ? mücadeleci ve sert. yani gattuso hakkında '' ulan ne pas attı be , oha gole bak '' gibisinden övgü dolu sözler duymanız pek olası değildir. gattuso rakibi bozar ve topu kaptığında en yakın arkadaşına verir. adam sadece bu kadar. bu kadar ama işini öyle bir yapıyor ki ondan daha fazlasını beklemiyorsunuz. dönelim bizim barış'a. aslında adama biraz üzülüyorum zira bir türlü nerde oynadığı çözülemedi. sağ kanatta ve orta sahanın ortasında sürekli mekik dokudu. kalli döneminde sağ bek oynadığı bile görüldü (!) o yüzden ben bu adamdan ne beklendiğini ve hangi amaçla sahaya sürüldüğünü çok merak ediyorum. burdan hareketle kendisi hakkında özel de bir yazı yazmakta farz oldu sanırım.


tekrar galatasarayın durumuna dönecek olursak an itibariyle acil bir kaç galibiyete ihtiyacımız var. bu bağlamda 26 ağustos perşembe günü oynayacağımız karpaty lviv maçı büyük bir önem taşıyor. orda alacağımız bir galibiyet ya da beraberlikle tur atlamak bozulan moralleri biraz olsun düzeltir ve eskişehir deplasmanında çıkarılacak bir galibiyet geleceğe umutla bakmamızı sağlar.

dip not ; evet ben optimist biriyim.