26 Şubat 2014 Çarşamba

Galatasaray 1-1 Chelsea




Juventus maçı Galatasaray açısından aslında bir grup maçından ziyade bir tür eleme maçıydı. Bir 2.tur maçına çıkarken yakın zamanda bu tarz bir maç oynamak çok iyi bir prova olmuştu sanki. İlk 11'ler belli olunca R.Mancini niyetini belli etti. Real Madrid, Juventus, Fenerbahçe ve Beşiktaş gibi önemli maçlara hep temkinli çıkan Italyan antrenör, bu sefer hücum yönü biraz daha güçlü bir kadro sürmüştü. Chelsea oyuna tempolu başladı, Galatasaray defansının birkaç bireysel hatasından sonra ''geliyorum diyen gol'' çok geçmeden geldi. Eboue'nin kaptırdığı topla çok hızlı çıkan Chelsea, Chedjou'nun alanını boşaltıp taç çizgisine doğru hareketlenmesi ve Hakan Balta'nın ne yapacağına karar verememesi yüzünden maçın 9.dakikasında 1-0 öne geçti. Komple bir savunma hatası var golde ama en suçsuz Telles sanırım. Yine de gol pozisyonunda kaleye gidip topu çıkarmayı düşünmek yerine Torres'in önüne geçmeyi deneseydi belki golü öneleyebilirdi. Futbol hatalar oyunu, ''yapsaydı-etseydi'' gibi şeylerle sonuç değişmiyor tabiki. Galatasaray'ın oyunun kontrolünü eline alamamasında da hiç kuşkusuz ilk 11'in en büyük sürprizi Hajrovic'in etkisi büyüktü maalesef. Boşnak futbolcu bir türlü oyuna giremedi. Mancini'nin bu sürpriz tercihi gerçekten düşündürücü ki Antalyaspor maçında kadroya almadığı, Beşiktaş maçında kadroya alıp oynatmadığı bir oyuncuyu Chelsea gibi bir takıma karşı ilk 11 olarak sürmek başlı başına bir kumar gibiydi. Hajrovic şu ana kadar oynadığı maçlar da bir Bruma ya da Telles gibi henüz bir etki yaratmamıştı ki maç içersinde de 16.dakikada Burak'ın pasında topu kontrol etmeden çektiği şut ve 29.dakikasında Sneijder sağ tarafta bomboşken çektiği şutlar biraz acemiceydi. Kısacası kumar tutmadı, Chelsea orta sahadaki kalabalıklığı sayesinde Galatasaray'ı ceza sahasına pek sokmadı. 30.dakikada gelen Hajrovic-Yekta değişikliği ise oyunun seyrini değiştirdi. Orta sahada kalabalıklaşan Galatasaray, dengeyi kurdu ve baskı kurmaya başladı.




2.yarıya Hakan Balta - Semih değişikliğiyle başlayan R.Mancini son haftalardaki kurgusuna döndü. Galatasaray, Yekta'nın oyuna girmesiyle dengeyi kurduktan sonra 2.yarıyla beraber yavaş yavaş oyununun kontrolünü eline almaya başladı. Ardı ardına etkili ataklar ve kazanılan köşe vuruşları meyvesini verdi ve 65.dakikadaki köşe vuruşunda Sneijder'in ölümcül ortasını Chedjou tamamlayıp 1-1'lik beraberliği sağladı. Burada Chedjou'ya bir parantez açmak gerekiyor. Bir defans oyunucusunun skora etki etmesi her takım için büyük bir nimettir. Fenerbahçe'nin Lugano'dan aldığı katkı hala hafızalarda ki Bruno Alves de gayet iyi katkı veriyor sarı-lacivertlilere. Galatasaray'ın ise Servet Çetin'den beri gole en yakın stoperi Chedjou. Kamerunlu oyuncu, STSL'deki 2 golünün yanına 1 de ŞL golü ekleyerek son 5 yılın skora en çok katkı veren defans oyuncusu oldu Galatasaray'da! 




Beraberlik golünün hemen akabinde Torres'in kişisel becerisiyle yarattığı pozisyonda önemli bir gol tehlikesi atlattı Galatasaray. 68.dakikada Torres'in yerine oyuna giren Eto'o ise topla sadece 1 kez buluşabildi. İlerleyen dakikalarda Galatasaray oyunu elinde tutmaya devam etti. 74.dakikada Melo'nun savunmanın arkasına attığı pasında topla buluşan Eboue ortasını yaptı, Burak'tan önce topa dokunan Cech topu uzaklaştırdı. Dönen top Telles'in önüne düştü, Brezilyalı sol bek mükemmel bir şut çıkardı ama Çek kaleci aynı güzellikte topu kornere çeldi. Bu pozisyon iki takım adına da maçın son önemli gol poziyonu oldu ve karşılaşma 1-1 beraberlikle sonuçlandı. Yanlış bir 11'le çıkıp erken bir gol yemesine rağmen Galatasaray'ın çok iyi bir oynadığını gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Geçen sene bugünlerde oynanan yine bir ŞL 2.tur mücadelesinde hem de dün oynadığı Chelsea takımına göre daha alt seviye bir takım olan Schalke'ye karşı ecel terleri dökmüştü Galatasaray. Bu iki karşılaşmayı düşününce ciddi anlamda Galatasaray'ın çok önemli bir ivme kaydetmiş olması 2.maç için oldukça umut verici. Roberto Mancini'nin günden güne oturtmaya çalıştığı savunma sistemi ve takımın fizik gücünün daha da yükselmesi de güzel günlerin habericisi.


Yolun açık olsun Galatasaray!

18 Şubat 2014 Salı

Eminem - MMLP2 ve ben!

13 yıllık bir rap müzik ve Eminem dinleyicisi olarak hazır bloga geri dönmüşken ikinci yazımı da benim için çok ayrı bir yeri olan Marshall Mathers LP'nin devamı niteliğindeki Marshall Mathers LP 2'ye ayırmak istedim. Benim için çok ayrı bir yeri var çünkü benim orjinal aldığım ilk yabancı rap albümüdür. (sol tarafta da gördüğünüz gibi) Taskim'de Mephisto'dan o zamanın parasıyla tam 28 milyona almıştım :) Ergenlik zamanlarımdan olsa gerek albümü aldığım an mutluluktan minibüs durağına nasıl koştuğumu hatırlıyorum da, minibüse biner binmez albümün kapağını adeta parçalayıp hemen cd çalarıma takıp dinlemeye başlamıştım. Tek kelimeyle inanılmazdı... Yalan değil özlüyorum o eski günleri. Neyse, bu kadar duygusallık yeter :)

Hatıralar kısmını bırakıp artık MMLP2'ye göz atmaya başlayalım. Açıkçası bu albüm Eminem'in The Eminem Show öncesi yani bizim onu benimsemeye başladığımız dönemlerdeki haline en çok yaklaştığı albüm olmuş. Belki de albümün ismini bu yüzden MMLP2 koymuştur, yani Em' de benimle aynı fikirde olabilir :) Albümün en beğendiğim parçası 'Brainless'. Em' parçada inanılmaz sert bir vokal yapmış (tam istediğimiz gibi) ki Beat'de de parmağı var, Luis Resto ile ortak bir işe imza atmışlar. Bu ikili albümün en beğendiğim 2.parçası 'So Much Better'da da beraber çalışmışlar. Her albüm öncesi olduğu gibi Em' yine eğlenceli bir parçayla çıkış yaptı ama bence 'Berzerk' yerine 'Rap God' olsa daha iyi olurdu. Hoş, yayınlanmalarının arasında da pek fark yok. 'Berzerk', rap müziğin Amerika'da ilk çıktığı dönemlerin altyapısıyla yapılmış bir parça ama ne yalan söyliyim ben sevemedim. Em' sıradışı işler yapmayı daha doğrusu kendisini tekrarlamamayı sever, sanırım o yüzden böyle bir beat'e okumak istemiş. 'Rap God' ise isminden de anlaşılacağı gibi Em' in açık bir şekilde ''KRAL BENİM'' mesajı, aynı zamanda da rapçilerin genel olarak megolamanlığından ötürü sürekli kendilerini ''en iyi'' olarak lanse etmeye çalışmalarının bir göstergesi. Parçada bugüne kadar ki en ilginç Em' flowlarını duyuyoruz. Yer yer çok yavaşlarken bir anda vitesi 5'e alıp flex diye tabir ettiğimiz flowlara geçiş yapıyor. Parça çok uzun olmasına rağmen sıkmıyor, bunda da Em' in flowları gibi beatin de flowlara uyum sağlayarak yapılmış olmasından ötürü sürekli değişmesi etkili. Albümde 'Survival' parçasına da ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Call of Duty serisinin 2013 yılında piyasaya sürülen 10.oyunu Call of Duty Ghosts'un soundtracki olan parça, gitar sample'larıyla nu-metal sounduna yaklaşık bir beate sahip. Gaz bir parça diyebilirim kısaca.


MMLP2'nin şu 4 aylık süre zarfında en bilinen parçası ise Rihanna düetli 'The Monster'. Klibini çok başarılı buldum. Em' eski günlere selam çakmış, biraz özeleştiri de yapmış ama Old School bir Eminem hayranı olarak ben pek beğenmediğim parçayı. Rihanna düeti olmasından dolayı belki, biraz ticari olmuş doğrusu. Gözlemlediğim kadarıyla pek bir beğeniliyor ama dediğim gibi, benim beğenmemem biraz geri kafalalılığımdan kaynaklanan bir durum olabilir :) (Rihanna'yı da çok severim oysa)


Bunların dışında 'Ryhme or Reason', Dr.Dre'nin son gözdesi Kendrick Lamar' düetli 'Love Game' ve albümün en uzun parçası 'Bad Guy' da gayet iyi parçalar. 'Legacy' ise adeta 2. bir 'Stan'... Bu düşünceye kapılmam da 'Legacy'nin de tıpkı 'Stan' gibi çok duygusal bir parça olması, 'Stan'deki Dido düeti gibi yine bir bayan şarkıcıyla (Polina) düet olması ve beatinde bulunan yağmur sample'ı etkili sanırım. Akşam üzeri kapalı bir havada kulaklığı takıp derin düşüncelerle sokakta dolaşmak isteği uyandırdı ben de ki yaptım da zaten bunu :)

Sonuç kısmına gelirsek, 4 aydır dinlediğim bu albümün, The Eminem Show'dan sonraki en iyi Eminem albümü olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ayrıca 4 aydır bu albümü, 13 yıldır tüm albümlerini dinlediğim bu adamı hala canlı izleyeceğim günü beklediğimi de ekleyeyim  :)

Dip Not: Albümün bonus tracklerinden 'Baby'yi de çok beğendiğimi söyleyeyim :)

Keyifli dinlemeler :)

17 Şubat 2014 Pazartesi

Fever Pitch ya da bildiğimiz adıyla Futbol Ateşi

Yalan değil, pek kitap okuyan biri olmadım hayatım boyunca ama çok şükür hayatımın kitabı diyebileceğim bir kitap okudum okuduklarım arasında. Fever Pitch'ten söz ediyorum ya da bizim bildiğimiz adıyla Futbol Ateşi. İngiliz yazar Nick Hornby'nin takımına olan tutkusunu anlattığı kitabını gazeteci Bağış Erten çevirmiş. Kitabı tavsiye edeceğim tabiki ama merak etmeyin en ufak bir spoiler vermeyeceğim, sadece bir nebze içinizde okuma isteği uyandırmasını istiyorum :)

Kitabı okuyalı neredeyse 3 yıl olmuştu, yaklaşık 15 gün önce az sayıdaki kitaplarımı bir düzene sokarken birdenbire tekrar elime alıp okumaya başladım. Bu yazıyı yazarken de kitapla ilgili 3 yıl önce canımız sözlüğümüz rerererarara.net'te bir entry girdiğimi hatırladım, müsadenizle onu da şöyle bir kenara bırakayım; http://bit.ly/1eIAEdJ  spoiler vermeden bir tavsiye vermek oldukça zor ama çok okuyan biri olmasına rağmen pek kitap okuma alışkanlığı olmayan birinin bir kitabı 2.kez okumasının içinizde yeterli bir istek oluşturacağını tahmin ediyorum, umarım öyle de olur ki zaten beni az çok tanıyan biri kitabın ismiyle beni biraz bağdaştırdığında kitabın içeriğini biraz olsun anlayacaktır.

Yaşasın futbol, Yaşasın taraftarlık!

Dip Not;  eğer ingilizcenize güveniyorsanız şurdan okumaya başlayabilirsiniz; http://bit.ly/1jLbTFV yine de ben kitabı alıp koleksiyonunuza eklemenizi tavsiye ederim.

Dip Not 2; kitabın bir de amerikan yapımı bir filmi var fakat filmde futbol yerine beyzbol öğesi kullanılmış. Türkçe altyazılı olarak burdan izleyebilirsiniz; http://bit.ly/1eIFQOB